1-) Gönüllü gençler ve kadınların başarısı
Seçimlerden önceki bir haftayı Türkiye’de geçirdim. Cadde ve sokaklarda o kadar büyük bir kalabalık vardı ki herhalde seçimlerin yapıldığı Pazar gününden bir gece önce kimse uyumamıştır diye düşünmekten kendimi alamadım. Adayların propaganda arabaları durmadan dolaşıyorlardı. Tepelerinde hoparlör partilerin propaganda şarkılarını çalıyorlardı. Bunların yanında halkın sevdiği şarkılar da çalınıyordu, en yüksek sesle. Her meydanda şu veya bu partinin mitingi vardı. Partilerin bayrakları ve sembolleri duvarları süslüyordu. Sokaklara asılan bayrakların yoğunluğundan gökyüzünü görmek mümkün olmuyordu. Bazı partiler yüksek binalardan aşağıya dev bayraklar asmışlardı. Bir cadde veya sokaktan geçen biri hangi partinin taraftarlarının çoğunlukta olduğunu bunlardan hareketle anlayabilirdi. Bana söylediklerine göre partiler arasındaki seçim yarışının sertliği, seçim hamlelerini yönlendiren şirketlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu şirketler araçlarla, çıkartmalarla, şarkılarla ve şenliklerle partilerin seçim propagandalarını yürütüyorlar. Ama benim en fazla dikkatimi çeken şey seçim programlarına gönüllü olarak katılan gençlerin çokluğuydu. Türkiye’de hayır işlerine, kamu faaliyetlerine gönüllü olarak katılma kültürünün var olduğunu biliyordum. Ama sadece AK Parti’nin İstanbul’daki propaganda çalışmalarına 26 bin gönüllünün katıldığını ve bunların yarısının kadın olduğunu duyduğumda dehşete kapılmıştım. Bunlar son iki ayda işlerini güçlerini bırakarak partileri için çalışıyorlardı. Yine bana söylendiğine göre bu insanlar kapısını çalmadık ev, uğramadıkları iş yeri bırakmamış, herkesle konuşmuş, dertlerini dinlemiş, taleplerini not almışlar. Bunların yanında İstanbul ve Ankara’da bazı sosyalist gençlerle karşılaştım. Bunlar da değişik Avrupa ülkelerinden gelerek cadde ve sokaklarda CHP için propaganda yapıyorlardı. Ayrıca Balkan ülkelerinden ve bazı İslam ülkelerinden bazı gruplar da AK Parti’ye destek olmak için gelmişlerdi.
Bütün bunlara ek olarak seçim atmosferi itibariyle not edilmesi gereken diğer bazı hususlar da vardır. En başta da şu husus dikkat çekicidir: Partiler arasındaki mücadele genel olarak iç sorunlar odaklı yürütülüyor. Türkiye’nin dış politikasını ise hemen hemen hiç kimse konuşmuyor, CHP liderinin Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a bu bağlamda yönelttiği bazı eleştirileri istisna edersek. Kılıçdaroğlu Başbakanı İsrail’e karşı “kışkırtıcı politika” izlemekle suçlamıştı. Bu arada (Suriye rejiminin uygulamalarını eleştirmesine rağmen) Suriye ile yürüttüğü işbirliğini eleştirenleri de duydum.
Türkiye toplumu dikkat çekici bir kutuplaşma sürecini yaşıyor. Araştırma Merkezi’nin (KONDA) başkanı Tarhan Erdem’in gözlemi bu yöndedir. Erdem’e göre önceki senelerde seçmenler arasındaki kutuplaşma oranı \% 50-60 arasında değişirdi. Şimdi ise bu oran \% 80’lere varmış. Bu demektir ki seçmenlerin içindeki bu oran sorunları veya sunulan programları tartışmaksızın şu veya bu partiye gidip oyunu kullanacaktır.
Laik partiler hala seçmenleri AK Parti liderlerinin İslami geçmişleriyle korkutmayı sürdürüyorlar. Bunların bir “gizli ajandaları var”, şimdilik saklıyorlar, şeklinde ifadeler kullanıyorlar. CHP liderinin bir basın toplantısında “AK Parti Türk halkının inançlarını tehdit ediyor” dediğini duydum (Türk halkının laikliğe olan inancını tehdit ettiğini kast ediyordu). Ayrıca birçok mitingte “Cumhuriyet Tehlikededir” sözünü de tekrarladı.
1980 askeri darbesinden sonra Askerler tarafından hazırlanan anayasaya alternatif olmak üzere yeni bir anayasa hazırlamanın eşiğine gelip dayanan Türkiye’de söz konusu askeri darbenin lideri General Kenan Evren (94) önceki hafta 2007 yılında planlanan darbe girişimiyle ilişkisi çerçevesinde sorgulandı.
2-) Erdoğan’ın Başbakanlık koltuğunda son dönemi
AK Parti’nin bütün partiler arasından sıyrılıp birinci sırayı alacağını herkes kabul ediyor. Bu makaleyi yazdığım esnada henüz seçimlerin nihai sonuçları ilan edilmemişti. Gelen sonuçlar, AK Parti’nin parlamentodaki sandalyelerin yarısından fazlasını kazanacağını gösteriyor. Fakat üçte ikilik çoğunluğa erişmesi kesin görünmüyor. En azından bugüne kadar 12-13 kere suikast girişimine maruz kalan sayın Erdoğan üçüncü kez hükümet kuracaktır. Doğal olarak bu, hem kendisi, hem partisi açısından sevindirici bir haberdir. Ama bu haber kendi içinde kimsenin fazla dikkat etmediği bir sürprizi de barındırıyor. Kısacası bu, Erdoğan’ın son kez Başbakanlık koltuğuna oturması anlamına geliyor. Çünkü parti tüzüğü onun da içinde bulunduğu parti liderliğinin üç seçimden fazla aynı makamda oturmasına imkan vermiyor. Bu da demektir ki normal şartlarda onunla birlikte partinin omurgasını oluşturan 150 kurucu şahsiyet beraber başladıkları bu yolculuğa son kez katılıyorlar. Yetkililer bunun farkındadırlar ve şimdiden ona göre hesaplarını yapıyorlar. Seçimlerin nihai sonuçlarının ilan edilmesiyle birlikte gündeme gelecek sorular listesine, Erdoğan’ın akıbetiyle ilgili soruların da ekleneceğini tahmin etmek zor olmasa gerektir. Belki de yeni anayasaya göre şekillenecek Türkiye’nin siyasal rejiminin gidişine dair sorular da bu bağlamda gündeme gelecektir. Sorular çok. Bu yüzden önümüzdeki hafta da (Allah’ın izniyle) bu konuya değinmekten başka çare yok gibi görünüyor.
STAR
Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.